Siyaset Felsefesi

Siyaset Felsefesi 1
Sevgi Paylaşmaktır :)

Siyaset felsefesi; devlet, hükumet, politika, bağımsızlık, hukuk ve otoritenin hukuk kurallarını uygulaması gibi temel sorunlarla ilgilenen felsefe düşüncelerini kapsamaktadır. Bir diğer ifadeyle, siyaset felsefesi bir grup insan üzerine odaklanan, toplumun nasıl inşa edilmesi ve kişilerin toplum içerisinde nasıl davranması gerektiği gibi konularla aslında ahlak felsefesi ile de doğrudan ilişkilidir. Bireysel haklar (yaşama, özgürlük, mülkiyet, mutluluk, konuşma özgürlüğü, meşru müdafaa gibi), bir toplum içinde yaşarken bir kişinin yararlanması beklenen gereklilikleri ifade etmektedir.

Siyaset Felsefesi Soruları

Siyaset felsefesi genel olarak şu sorular üzerine yapılan akıl yürütmeleri içerir:

  • Devlet nedir?
  • Devlet neden gereklidir?
  • Devletlere meşruiyet veren şey nedir?
  • Bir devletin koruması gereken haklar ve özgürlükler nelerdir?
  • Meşru bir devlete karşı vatandaşların görevleri nelerdir? Böyle görevler var mıdır?
  • Bir hükumet hangi meşru yollarla devrilebilir? Ya da hükumet devirmenin meşru bir yolu var mıdır?

Antik Dönem Siyaset Felsefesi

Batıda felsefe tarihi; monarşi, tiranlık, aristokrasi, oligarşi ve demokrasi gibi çeşitli politik örgütlenme biçimlerine sahip olan şehit devletlerinin bulunduğu Antik Yunan’da başlamıştır. Antik dönem siyaset felsefesi için en önemli klasik eserler arasında Platon’un “Devlet“, Aristoteles‘in “Politika” adlı eserleri bulunmaktadır. Daha sonra ise, bu önemli eserleri temel alan Augustinus‘un kaleme aldığı “Tanrının Şehri” adlı eser ise devletin ahlaki bir örnek olarak merhamet göstermesi gerektiğini vurgulayan bir eser olarak dikkati çeker. Daha sonraları ise, Aquinolu Thomas da Aristoteles’in politikaya ilişkin eserlerini Hıristiyanlaştırmış ve bunları temel alan Hıristiyan skolastik felsefesi Avrupa’da siyaset felsefesi üzerinde yüzyıllarca etkili olmuştur.

Antik dönem Çin Felsefesi içerisinde ise Konfüçyüs, Mensiyüs ve Mozi, erdemi temel alarak politik birlik ve düzenin korunmasını hedeflemişlerdir. Öte yandan, Legalist okul ise aynı şeyi disiplini temel alarak gerçekleştirmeye çalışmıştır. Benzer olarak ise, Hint Felsefesi içerisinde Çanakya, “Arthashastra” fikri ile Çin felsefesi içerisindeki Legalistler ve daha sonra Machiavelli gibi Politik Realizm teorilerini akla getirmektedir.

Erken dönem İslam Felsefesi içinde ise, siyaset felsefesi ile İslam temelli dini düşünce ile biçimlenmiştir. İbn-i Haldun, İslam felsefesi içinde en büyük siyaset felsefesi kuramcıları arasında değerlendirilir. Haldun’a göre hükumet “kendi gerçekleştirdiği hukuksuzluk haricinde bütün hukuksuzlukları engelleyen bir kurum” olarak tanımlanmıştır.

Seküler siyaset felsefesi ise Rönesans Felsefesi içerisinde teolojik siyaset düşüncesinin sona ermesi ile birlikte ortaya çıkmıştır. Machiavelli‘nin “Prens” adlı eseri, siyasetin pragmatik ve sonuç odaklı yaklaşımını açıklamıştır. Dolayısıyla iyi ve kötü bir sonuca ulaşmaya yönelik eylemlerden fazlası değildir. Topum Sözleşmesi teorisi ile bilinen Thomas Hobbes ise, insanlar arasındaki anlaşmaların ulusları oluşturduğunu ve sosyal düzeni koruduğunu belirtmiştir. Ancak Hobbes’un “Leviathan” adlı eserinde geliştirdiği düşünceler totalitarizm fikrine doğru eğilmiştir.

Modern Siyaset Felsefesi

Aydınlanma Çağı süresince Avrupa; John Locke, Jean Jackques Rousseau ve Montesquieu gibi düşünürlerin eserleriyle bir çeşit altın çağına girmiştir. John Locke’un Avrupa’da Liberalizm ve Liberteryenizm üzerine fikirleri Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde de kullanılan ve Voltaire ve Rousseau üzerinde de kritik etkisi bulunmuştur. Öte yandan Jean-Jacques Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” üzerine fikirlerinin ise Fransız İhtilali’nde etkisi net bir şekilde görülmektedir. Montesquiueu’nün düşüncesi ise günümüzde neredeyse bütün devlet sistemlerinde kullanılan güçler ayrılığı ilkesinin doğmasına yol açmıştır.

Bu dönemde, devlet ve hükumet üzerinde önemli bir kavramsal ayrıma gidildiği görülmektedir. Bu ayrıma göre devlet, gücün dağıtılabileceği ve güç kullanımını meşrulaştırılacağı devam eden bir dizi kurumu ifade ederken; hükumet ise devletin kurumlarına yerleşen ve insanların bağlı olduğu kanunları oluşturan belirli bir grup insanı ifade etmektedir. Buna göre, Aydınlanma Çağı siyaset felsefesi genel olarak şu iki soru ile şekillenmiştir:

  • İnsanlar hangi hak veya ihtiyaçlar devletleri oluştururlar?
  • En iyi devlet şekli hangisidir?

Kapitalizm, üretim araçları üzerinde özel mülkiyet ve piyasa ekonomisi üzerine vurgusuyla, on altıncı ve on dokuzuncu yüzyıllarda ve özellikle Sanayi Devrimi‘nin etkisiyle Avrupa’da kurumsallaşmıştır. Bununla birlikte on dokuzuncu yüzyılın ortalarında, Karl Marx da Diyalektik Materyalizm düşüncesini geliştirmiştir. Bunun sonucunda da on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Sosyalizm, Liberteryenizm, Muhafazakarlık ve Anarşizm siyaset felsefesi içinde yerini almıştır. Bununla birlikte, işçi sendikası ve sendikacılık da önem kazanmıştır. Ayrıca 1917 yılında yaşanan Rus Devrimi Komünizm felsefesini öne çıkarmış ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise aşırı irticai fikirler olarak Faşizm ve Totaliter düşünceler İtalya ve Nazi Almanya’sında şekillenmeye başlamıştır.

Yirminci yüzyılda ise (özellikle 60’lar ve 70’lerde) Feminist akım da cinsiyet eşitsizliği ve kadınlar için eşit haklar isteğiyle ahlak felsefesi temelli politik teorileri geliştirmiştir. Bunlar siyaset felsefesi kapsamında eşitlikçi teoriler içerisinde ele alınmaktadır. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da koloni anlayışının ortadan kalkmaya başlamasıyla birlikte post-kolonyalizm (sömürgecilik sonrası), medeni haklar ve çok kültürlü düşünce de önem kazanmaya başlamıştır.

Kaynak: Philosophy Basics – Political Philosophy

Yorum Bırak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir