Felsefe, genel olarak dünyanın ve insanın doğasını ilgilendiren sorularla ilgilenir. Dil felsefesi ise, genel olarak dilin doğası ve dilin doğa ve dil yardımıyla gerçekliği algılayan ve açıklayan insan zihniyle ilişkisini anlamaya çalışır. Bir diğer ifadeyle, dil felsefesi kullanılan dil, düşünce ve gerçeklik arasındaki üçlü ilişki üzerine açıklamalar getirmeyi hedefler.
Antik zamanlarda dahi, insanlar bir kelimenin biçimi ile (örneğin, köpek kelimesi) ve söz konusu kelime ile gösterilen şeyin (nesne olarak köpek) arasındaki ilişkinin ne derece olduğunu belirlemeye çalışmışlardır. Öyle ki, bu ilişkinin gündelik ve sıradan bir gereksinim sonucu mu oluştuğu, insan doğasının bir sonucu olarak mı meydana geldiği veya söz konusu kelime ile nesnenin birbirinin ayrılamaz parçaları mı olduğu sorgulanmıştır. Ancak, bu noktada kafa karıştıran nokta ise dünya genelinde kullanılan farklı dillerde nesnelerin veya varlıkların gösterilmesi için farklı ifadeler veya kelimeler kullanılmasıdır (örneğin İngilizler “dog” kelimesini kullanırken Türkçe’de “köpek” kelimesi kullanılır. Bu da, dilin basmakalıp ve sıradan maksatlarla oluştuğuna yönelik bir argümandır.
Dile yönelik filozofların genel olarak ilgisini çeken nokta ise bir kategorinin (bir tür, bir grup) aslında insan algısından bağımsız olarak var olan bir şey mi olduğu sorusu olmuştur. Bu konu hatta tekil olarak nesnelerin gerçek olduğu ve kategori veya grupların insan zihninin yarattığı şeyler olduğu ve yalnızca dil içerisinde varlıklarını sürdürdükleri düşüncesiyle dahi desteklenmektedir.
Hangi anlam kavramının kabul edildiği veya kategorilere ne tür bir gerçeklik atfedildiğinden bağımsız olarak, birçok kelimenin aslında net anlamlara sahip olmadıklarına da dikkat çekmek gerekir. Yani, kategorik kelimelerin aslında net sınırları bulunmamaktadır. “Büyük” gibi kelimelerin betimledikleri nesnelerin özelliklerine bağlı olarak anlamlarının değiştiğini düşünebiliriz. Ancak her ne kadar betimlenen nesne özel olsa dahi anlamın tamamen net olduğunu ifade etmek çok da doğru olmayacaktır.
Dil felsefesinin genel olarak bu gibi konularla ilgilendiğini belirttikten sonra dil ve felsefe arasındaki ilişkinin öneminin vurgulandığı düşünülebilir. Buna bağlı olarak, bireylerin genel olarak düşünce oluşturmada, bir diğer ifadeyle felsefe yapmada, neredeyse tamamen dilin sınırlarını kullandıkları görülebilir. Dolayısıyla, bir kişinin sahip olduğu kelime haznesinin aslında düşünce biçimini de etkilediğini ifade etmek çok da yanlış olmayacaktır.